NİYET VE NİYETSİZLİK ÜZERİNE
NİYET VE NİYETSİZLİK ÜZERİNE

“Ducunt Fata Volentem, nolentem trahunt”
kader onu isteyerek takip edenlere rehberlik eder, istemeyenleri sürükleyerek götürür”
Kişinin niyetini gerçekleştirmek için , onu gerçekleştirecek eylemleri mümkün kılan faktörlerin mevcut olması gerekir. Bu faktörler olmadan niyet sadece bir yeltenme olur ve tamamlanmış bir eylem olmaz. Eylemi mümkün kılan en önemli faktör “yetenek , yeterlilik “ olarak kabul edilse de, ısrar, fırsatları değerlendirme, engelleri kaldırma gibi unsurlar da de eylemin yerine getirilmesi için gereklidir. Eylemi mümkün kılan faktörler kişinin niyetini nasıl niyetsel eyleme dönüştürdüğünü anlatır ve bu sebeple, performans ile ilişkilendirilebilir.

Nedenler ise istek, inanç , değerler gibi niyeti ve niyetsel eylemi gerçekleştiren temsili zihinsel durumlardır. Niyetsellik kavramına göre, bir hareketin niyetsel olması için 2 şartın yerine gelmesi gerekir: sonuca ulaşma isteği ve eylemin sonuca ulaştıracağına dair inanç.
Sebeplerin tetikleyici kaynağı , sebeplere nasıl ulaşıldığını açıklar
Sebepler niyet eylemininin üretilmesini sağlayan ,istek, inanç ve değerler gibi sübjektif zihin durumlarıdır. Bu çerçevede niyet ile ilgili yapılan çalışma, ona giden yolda bilinçli bir plan takip ediyor.

Fenomenoloji ve Aile Dizimleri
Fenomoloji ise nedensel açıklamalar veya terapotik teknikler sunmaz.Sadece herşeyin kendi adına konuşması ve bu hali seyretmenin adıdır. Aile diziminde temsilcilerin kendilerini alana bırakmaları onları bilinçsizce başka bir boyuta taşır.Fenomolojinin gözlem unsuru ise alanı gözlemleyen terapist ve danışan tarafından yerine getirilir. Bu bağlamda, dizimlerde bilinçdışı, bilinç ile birleşir. Subjektif, objektif aynı platformda yer alır.

Niyet

Kişi yaşamında binlerce kez çeşitli hedeflere ulaşmaya niyet eder. Her bir niyet oluşturulup ifade edildiğinde henüz gerçekleşmemiş bir istektir. Dolayısıyla niyete odaklanıldığında , aynı zamanda bu niyetin henüz gerçekleşmemiş olduğuna, ya da hedeflenenin eksikliğine de odaklanılır. Doğal olarak niyet, bir beklentiyle beraber gelir. Oluşturulması biraz da sorunun oluşturulması ile benzerlik gösterir. Bu bağlamda niyet polarite içerir ve bir eksiklikten yola çıkar.

Senaryo
Çocukluktan yetişkinliğe geçerken, kişi kendi yaşamı ile ilgili bir senaryo taslağı yaratır. Bu taslak hem atalar ve çekirdek aileden hem de gözlem ve tecrübelerden aktarılır. Tecrübeler çoğaldıkça senaryoya eklenir. Oluşan kalıpların niyet kavramı ile çok sıkı bir ilişkisi mevcuttur çünkü bu süreçte niyete bütün girdiler ile beraber bir beklenti de yüklenir. Kişi , senaryo ve onu meydana getiren girdilerin hiç farkında olmayabilir, ya da bu taslak derinde bir yerlerde sinsice yerleşmiş bir konumda var olabilir.

Mekanizma Nasıl Çalışır?

Niyet mekanizması, hedefin belirlenmesi ve niyetin oluşturulmasından sonra , gerçekleşmesi için belli eylemlerin planlanması ile devam eder. Bu arada kişi niyetini ortaya koyduğu ve kendisine ifade ettiği gibi çevresine de ifade edebilir. Niyeti nasıl gerçekleştireceğini , hangi eylemleri planladığını veya bu niyetin onun için ne kadar önemli olduğunu anlatır. Eylemler yerine getirildikten sonra takip başlar. Takip kişiyi niyetin oluş yoluna girip girmediğini, olacağına dair herhangi bir işaret olup olmadığını, belki de hala niye olmadığını sorgulamak gibi zihinsel bir sürece sokar.

Niyet, gelecekte bir noktada, bir başka deyişle yolun ilerisindeki bir noktada durur ve kişi o yolda giderken arkasına bakıp , niyetin henüz gerçekleşmemiş halini görür. Yani “Buraya” odaklanmaktan “Orayı” göremez ve seyahate devam etmek zorlaşır.

Aile dizimi uzmanı John Payne, “The Presence of the Soul “ kitabında şöyle diyor “Bu noktada kişinin söylemleri şöyledir:“Ben aslında orada olmak istiyordum çünkü burada olmaktan hiç mutlu değilim, burada olmak çok zor, sıkıcı. Hala oraya gidemedim çünkü burası beni bırakmıyor, çünkü diğerleri beni burada tutuyor, oraya gitmemi engelliyorlar. Burada çok fazla sorun var ve oraya istediğim kadar çabuk gidemiyorum. Belki bu süreçte de etrafa yakınmak, fikir almak, tahminlerde bulunulmasını talep etmek gibi niyetin etrafında bir döngü yaratılır. Niyet her ne için oluşturuluyorsa, ona kanalize edilen bu yoğun “henüz sahip değilim “enerjisi, özellikle takip sürecinde korku, endişe , şüphe gibi olumsuz düşünce ve duyguları da taşır. Ancak , bütün bunların ötesinde kişinin büyük resmi görmesini engelleyen bir tek noktaya odaklanması ve resmin geri kalanını kaçırması gibi bir durum oluşur. Ekolojik açıdan bir değerlendirme yapılmadan oluşturulmuş olan niyet’in eylemlerine geri dönülür, eksik olup olmadığı kontrol edilir, ek eylemler gerekiyor mu sorusu sorulur. Etrafı tam anlamıyla kalabalıklaşan hedef/niyet, günümüzde çok kullanılan “niyet et olsun” konulu “Secret” gibi kitaplarda durduğu gibi durmaz. “Niyet et , evrene bırak” söyleminin birinci kısmı yerine getirilmiştir. Ancak yukarıda bahsi geçen niyet bir türlü evrene bırakılamamıştır. Aksine , bu niyet bir kontrol mekanizmasının içine hapsedilmiştir.

Macbeth savaşta gösterdiği kahramanlıklar sebebiyle Kral tarafından Cawdor beyliği ile ödüllendirilir. Daha önce cadılar ona cawdor beyi ve arkasından da kral olacağını söylemiştir. Ödüllendirildiğinde çok sevinen Macbeth’in zihnini kral olacağı ile ilgili kehanet kurcalamakmtadır.Kral yaşarken Makbet nasıl kral olabilecektir? Kendi kendine konuşur ve şöyle der;”Bahtımda kral olmak varsa var, ben elimi bile oynatmasan da korlar tacı başıma” Ancak bu olanı kabul etme ve olacaklar üzerinde kontrolu bırakma eylemi kısa surer. Macbeth kral olmak için kral’ın ölmesi gerektiği düşüncesinden kurtulamaz. Kendisine kral olacağını söyleyen cadıların arkadaşı Banquo’ya çocuklarının kral olacağını söylemesi ve kral’ın kendi oğullarından birini mirasçısı ilan etmesi, Macbeth’i engel gördüğü kişileri öldürme fikrine yönlendirir.
Macbeth: “İnsanın düşündükleri gördüklerinden daha korkunç olurmuş meğer. Adam öldürmek henüz bir kuruntu kafamda, öyleyken, adam olmaktan çıkarıyor beni. Elim ayağım kesiliyor daha düşünürken, olmayan bir şey olandan çok sarsıyor beni; Tek o kalıyor ortada, o olmayan şey”

“Niyet var olan durum ile olması istenen durum arasındaki farktır. Olması istenen bu farktır.”

“Bildiğin bilmediğini görmene mani olur.”

Kontrol ve takip, bilmek için yapılan eylemlerdir. Bir çok sorunun sebebi kişinin tam önündeki somut ve görülebilir olana tutunmasından kaynaklanır. Bunu yaparken arka plan gözden kaçar. Kişiye yakın ama düz ve dar olan güç kazanır. Çözümler ise daha geniş açıda mevcuttur. Kendimize , kendi isteklerimize, sorun kabul ettiğimiz yaralarımıza bakmak yerine, bütüne , diğerlerine , aile üyelerine , ekolojik alana baktığımızda, bize acı veren, yakın olan uzaklaşır ve bütünün içinde ait olduğu yere yerleşir.

Niyeti oluşturduktan sonra şehvetle takip etmek ve istenen durum oluşmadığında hayal kırıklığına uğramak kişi için son nokta olmuyor. İstenen durumun gerçekleşmemesi, eylemin sorgulanması ve aynı eylemlerin yeniden yapılandırılması seçeneğini doğuruyor. Bu aslında hedefe yine aynı yoldan gitmeye çalışmak olmasına rağmen, niyet eden kişi sadece bir çözüme odaklandığından, bu başka başka ve daha iyi çözümlere kör olmaya neden oluyor. Sonuç olara bu ikinci defa seçilen aynı yol ,aynı ümitsizlik adresine çıkıyor. Bu “aynısından daha fazla yapma saplantısı” aynı mutsuzluk ve ümitsizliği daha fazla tatmaya yol açıyor.
O halde , yapılan yanlış ısrarla tek bir çözüm olduğu gerçeğinden vazgeçmemek, çözüme ulaşılamadığında aynı eylemleri daha güçlü bir şekilde yinelemektir.

Şehirlerdeki eski eserleri dışkıları ile kirlettikleri için güvercinlerin sayılarını azaltma amacıyla yürütülen imha yöntemleri (mesela zehirleme gibi) , güvercinlerin sayılarını azaltmakta başarısız olmuştur. Bilimsel çalışmalar, sağ kalan güvercinlerin daha hızlı ürediğini, bunun yanısıra çok kısa bir zaman içinde komşu alanlardan yeni göçlerle gelen güvercinlerin ölenlerin yerini aldığını gösteriyor. Köln belediyesinin yürüttüğü zehirleme yoluyla imha politikası uzun sure devam edip sonuç vermeyince, bilim adamlarının uyarılarıyla sona erdirilmiş ve güvercinlerin sayısı artmak yerine hiç değilse aynı kalmıştır

Son senelerde yapılan araştırmalara göre, yeni bir beceri edinmek veya farklı bir düşünceyi benimsemek beyinde yeni nörolojik yollar yaratmaktadır. Halbuki kalıplaşmış olan beceri ve düşünceler bu yollardan farkedilmeden geçer. Yeni olanı ise farkederiz çünkü yeniye karşı duygusal ve fizyolojik tepki veririz. John Payne, bunu bir çift yeni ayakkabıya benzetiyor. Yeniyken onları hissederiz, biraz giydikten sonra kanıksar ve ayağımızda olduklarını farketmeyiz. Payne, niyetin gerçekleşme konumuna giden yolu , az kullanılan yol olarak tanımlıyor.

Lao Tzu da gördüğümüz, Konfüçyüs ve Tasavvuf öğretisinde de tanımlanan bu düşünme ve geri çekilme eylemine Fenomolojik diyebiliriz. Bu şekilde gelinen idrak noktasında elde edilen fenomolojik bilgi, o konu ile ilgili olarak , o anda sınanır. Fenomonolojik bilgiye giden yolda , kişi kendini resimdeki unsurların tamamına teslim eder ve bu unsurların arasında bir seçim yapmaz. Bu eylem tüm yargıları bırakmayı , gerek duygusal, gerekse niyet içeren iç eğilimlere boyun eğmemeyi gerektirir. Farkındalık aynı zamanda hem odaklı , hem de odaksızdır, hem dolu hem boştur.
Süreci bu şekilde deneyimlemek için ilk şart niyetsiz olmaktır. Niyet varsa , kendi meselelerinizi gerçeğe taşır ve hatta gerçeği , içinizde önceden oluşturduğunuz resme uygun hale getirmek için değiştirebilir, diğerlerini de bu yaptığınıza ikna etmeye çalışabilirsiniz. Yaşam deneyimleri iyi niyetle yapılan birçok eylemin iyi sonuç veremiyebildiğini göstermiştir. Niyet idrak’ın yerine geçemez. Idrak oluşması için ikinci gereklilik ise cesarettir. Korkunun yokluğu gerçekten korkmaya meydan vermez. Ancak bu iki özellik var olduğunda gerçek ile ahenk içinde olunabilir.

Güneş ile Rüzgar iddiaya girmişler. Aşağıda yürüyen adama ceketini kim çıkarttırırsa o kazanacakmış. Önce rüzgar kuvvetlice esmiş. Adam cekete iyice sarınıp düğmelerini iliklemiş. Güneş adamın tepesinde kendini gösterince, adam ceketini hemen çıkarmış.

Bırakma

Analitik zihin, yani sol beyin “maymun beyni” olarak da bilinir. Bir maymunu ormanda avlamak için kullanılan tuzaklardan biri içinde bir parça meyve olan bir kutudur. Bu kutunun üzerinde bir delik vardır ve ancak boş bir el içine girebilir. Maymun kutunun içine elini sokup meyveyi alır ancak onu bırakmadıkça elini geri çıkaramaz. Maymunların çoğu meyveyi bırakmamayı seçer ve bu da onların avcılar tarafından kolayca yakalanmalarını sağlar. Aslında bu analoji, sol-beyin odaklı insanların karakter özelliğini iyi anlatmaktadır. Kuralları tespit ettiğinizde ve nasıl uygulanacağına karar verdiğinizde tüm hayatınızı fikir ve duygularınızın meyvesini elinizde tutarak geçirebilirsiniz. Daha genişletici , büyütücü bir gerçekliğe ulaşmak için bu yargıcı zihinden , yürek bölgesine inmek gerekir. Yürek bölgesi doğal olarak sağ beyinin alanına ve onun duygusal zekasına bağlanır. Yaşam tecrübelerini anlama ihtiyacını bıraktığınızda, duygu bazlı , yürek merkezli farkındalığa güvenmeye başlarsınız.

“Kimileri iyi kaderin peşinde koşar
İyi kaderin de onların peşinde koştuğunu idrak etmeden
İyi kader o kişilere ulaşamaz
Çünkü onlar koşmaktadırlar”
(Aforizmalar, Bert hellinger)

Eylemsizlik Hali

Anlama ihtiyacı bir eylem halidir. Yapmadan hiçbirşey aşina değildir. Hiçbirşey aşina ve alışılmış değilse, o zaman herşey hem yeni, hem bilinmezdir ve ilk defa deneyimlenecektir. Bunu çözmeye çalıştığınızda aslında dünyayı aşina hale getirmeye çalışıyorsunuz. Bu “yapmaktır” ve rasyonel eylem içerir. Yapmamayı kolaylaştıran geçmiştekine benzer normal eylemin hiç denenmemiş ile yer değiştirmesidir. Bu farklı bir dünyanın tanımlanması için alternatif getirir.

Meditasyon Uzmanı Paul Wilson modern hayatın anında sonuca yönelik olduğunu, toplumun sonuç odaklı olmayı vurguladığını söylüyor. O halde modern yaşam süreç değil sonuç istiyor ve insanları bu yöne iteliyor.

Ancak , bu sonuç odaklı hızlı hayat kişisel mutluluk sağlamamaktadır. Insanların ihtiyaç duyduğu şeyler ise duygusal istikrar, huzurlu zihin ve düşünce netliğidir. Niyetin gerçekleşmesinin işaretleri ancak büyüme ve başarının stresi yerine, rahat olunduğunda ve olana izin verildiğinde, cevabın dışarıda değil içeride olduğu kabul edildiğinde, gitmek gereken bir yer, almak veya başarmak gereken birşey olmadığı idrak edildiğinde, yüzeye çıkar. Yapılması gereken yapıldığında artık sadece serbest bırakmak ve sürecin parçası olmaktır…olmak. Kişi çabayı askıya aldığında, beklentiyi bıraktığında ve ortaya çıkanı analiz etmeden ve şüphe duymadan kabul ettiğinde mükemmel birşey keşfedilir.Gitmek istenen yere gitmek için gayret sarfetmeyi , aramayı bıraktığında kişi için sonunda oraya varma şansı doğar.

Var olana evet demek kişide bir derinlik boyutu ortaya çıkarıyor ve bu boyut ne düşünce ve duyguların uçuştuğu iç şartlara , ne de dış şartlara bağımlıdır. İşte bu teslimiyet dirençten kabullenmeye, “hayır”dan “evet”e geçiştir.

Aile/sistem Dizimlerinde Niyet ve Bırakma

Aile dizimlerinde hem alandaki temsilciler, hem de terapist farklı bir boyutta, tüm yargıları askıya aldıklarında , anda bir hareket algıladıklarında artık niyetsizce olanı olduğu gibi aldıkları bir alana girmiş olurlar. Aile dizimi fenomenolojik tutumu doğal olarak takip eden ve orta boşluktan çalışan bir süreçtir. Bu alanda hakim olabilen sağ beyin sembol kullanır, alandaki temsilciler bu sembollerdir ve gerçeğin bu sembollerle temsili ise gerçeğe yaklaştırır.

Bert Hellinger, “With God In Mind” adlı kitabında bu niyetsizlik halini tanımlarken ,” birşeyi olduğu gibi var olmasına bıraktığımızda, bu, onun üzerinde hiçbir katkımızın olmaması demek değildir çünkü gerçek etkimiz ancak onu bırakınca kendisini gösterir “ diyor.

Daha önce bahsi geçen dışarıya ve içeriye uzanan 2 tür hareketi tekrar hatırlarsak, bilgiye giden 2 iç hareket vardır; biri dışarı uzanan ve bilinmezi anlamak ve kontrol etmek isteyen harekettir, diğeri bilinmezi anlama gayretini durdurunca oluşan harekettir. Birinci eylem bilimsel eylemdir. İkincisi ise dikkatımizi parçalarda değil bütünün üzerinde tutmakla gerçekleşir. Durulur, biraz geri çekilir ve iç duruluğa ulaşınca bütünün büyüklüğü ve karmaşıklığı ile başetmeye hazır hale gelinir. Bu içe dönüklük ve kabullenme hali fenomolojiktir

Hellinger’e göre herşey birbiri ile etkileşim halinde olduğundan kendini gösteren bütün süreçler arasında bir denge mevcuttur. Olan ile varolduğumuzda , büyük bir sürece de katılmış oluruz. Aslında bizi ayıran “tekbenci” fikirlerdir ve bütün ile ahenk içinde olmayan niyetlerden vazgeçmeye ihtiyaç vardır. Kendi içimizden gelen çağrılara uyarak hareket ettiğimizde başkaları tarafından kabul edilmeme korkusunu bırakmaya ihtiyacımız vardır. Karşı çıkan, kabul etmeyen kişilerle çatışmadan, onları ikna etmeye veya değiştirmeye çalışma uğraşını bıraktığımızda, bu “müdahalesizliğimiz” daha derindeki güçlerin çalışmasını sağlar. Bu güçler ise hem bizden hem de karşı çıkanlardan çok daha fazla değişim yaratır.

Bırakmayı becermenin yollarından biri, doğayı gözlemlemektir ve bu saf dinleme, görme ve düşünme ile karşımızdaki çözümü görmemizi engelleyen nedir sorusunu sormaktır.
Kimi zaman duramaz , bekleyemeyiz ve sürece mutlaka müdahele etme ihtiyacı hissederiz. Böyle zamanlarda, sürecin sonuçlarını kontrol etmeyi bıraktığımızda, o sürecin daha derinden gelen bir güçle rezonansa girmesine , daha hayırlı bir niyeti kucaklamaya izin verdiğimizi görüruz.

Kişisel ısrarlılığımızı daha büyük ve daha anlamlı bir akışa teslim ettiğimizde, dikkatimiz, odağımız bu daha büyük akışa entegre olur ve biz ayrı olma durumundan bir olma durumuna geçeriz. Üzerimizde etkin olan güçleri hissederiz ve yaşam artık planlarımızın ve eylemlerimizin bir fonksiyonu olmaktan çıkar.

Dolayısıyla başkaları ile veya kendimiz için bir plan yaptığımızda, bir an için durup “istiyorum” durumundan “burada neye ihtiyaç var ? ve “açığa çıkması gereken çözüm nedir” sorularına geçersek, o zaman doğal olan bir sonraki adımın “niyeti serbest bırakmak” olduğunu görebiliriz. Belkide herkese hizmeti olabilecek bir doğal ve anlamlı bir değişim sürecine hırslı niyetimiz ile engel oluyoruz.

Kontrolu bırakmak çok daha fazla şeyle bağlantı kurmamızı sağlar. Bizdeki bizimle çalışan ve zorlasak başaramayacağımız işleri tamamlamamıza destek olan güçleri harekete geçirir. Bırakarak büyürüz. Çinliler bu tutuma Wu-wei , yani “eylemsiz eylem” derler (hiçbirşey yapmayarak yapmak) Bu duyarsızlık ve pasiflik ile karıştırılmamalıdır. Kontrol altında bir sonuç için daha az bağımlılık ile çalıştığımızda takılı kalma ve bloke olma noktasından anlamlı ve doğal değişimlerin yaratıldığı daha üst bir düzene doğru geçeriz.

“Ruhsal gelişim bilincin gelişmesi demektir ve bu çerçevede, bizim dilek, niyet ve düşüncelerimizi takip eden bir hareketi değil, bilincin kendi hareketidir. Kişi ise kendi kendine gelişen bilincin bir parçasıdır. Ancak, asıl hissedilen eksiklik, kişiyi çevreleyen ve içine etki eden o gerçek(var olan durum) ile uyum içinde olmamasıdır.”

Wu-Wei
Tao’nun temel prensibi olan wu-wei ya da “eylemsizlik hali” kişinin diğerlerine ve çevreye bağlantılı olduğu davranış halidir. Bu hal ayrı olma duygusu değil spontane ve gayretsiz bir eylem duruşudur. Bir tembellik ve pasif olma durumu değildir.Daha çok akıntının yönünde akmaktır. Wu wei bilinçli bir şekilde yaşamın birliğinin bir parçası olmaktır. Lao Tzu bu eylemsizlik halini anlatırken şöyle der; “sessiz ve seyir halinde olmalı, hiçbir şeye müdahele etmeden hem iç sesimizi, hem de çevremizdeki sesleri dinlemeyi öğrenmeliyiz. Böylece bilgiyi toplamak ve değerlendirmek için zekamızdan ve mantıklı zihnimizden fazlasına güvenebiliriz.”,

Ruhun aklına bağlanabilmek için sezgimizi geliştirip ona güvenebiliriz. Sadece beynimizin değil vücudumuzun da zekasına ulaşabilir, kendi tecrübemizden öğreniriz. Bütün bunlar hem çevremizin hem de kendimizin ihtiyaçlarına hemen cevap/tepki verebilmemizi sağlar Yaşam nasıl ahenk ve denge yaratma göreviyle hareket ediyorsa, wu wei ruhu ile gerçekleştirdiğimiz kendi eylemlerimiz de aynı sonucu yaratır.

Wu wei doğal, gayretsiz ve spontan eylemdir. Lao Tzu bu davranış biçimine yaşamda akmak veya “niyetsiz gezinme “ der. Modern yaşam şartlarında amaçsızca gezinmek korkutucu , imkansız, anti sosyal ve belki de patolojik
gelebilir.Ancak bu yaşamın da ne bireysel ne de çevresel düzeyde ahenk ve denge yarattığı söylenemez..

Kişinin kendisini “amaçsız gezinmeye” bırakması korkutucu olabilir çünkü yaşam ile ilgili tüm temel varsayımlarla , insan olarak kim olduğumuzla ve yaşamdaki rolümüz ile çelişir. Bildik yaşam prensipleri farklı bireyler olduğumuzu ve tüm durumları kontrol edebileceğimizi , tıpkı bir savaşçı gibi fethedebileceğimizi söyler. Halbuki eylemsizlikte yapılması gereken herşey yapılmıştır. Bu kendi vücudumuza, düşüncelerimize ve duygularımıza güven duymamız ve yaşamın da rehberlik ve destek vereceğine inanmamız demektir. Bu da zihinin sessizliğini ve bu sessizlik içinde gözlemlemeyi sağlar.

Wu wei , yani eylemsizliği geliştirmek davranışlarımızın önemli bir parçası haline gelir. Süreçleri başlangıç safhalarında algılamayı ve zamanında harekete geçmeyi öğreniriz. Küçük olan büyümeden onunla başetmeyi, sonuç beklemeyi unutmayı, kazanç ve sonuç alma ümidini terketmeyi öğreniriz. Eylemlerimiz spontan, doğal ve gayretsiz hale dönüşür. Böylece tecrübe ve duygular gelip gittikçe, onlarla beraber akarız. İçten içe ego’nun harekete geçirmediği fakat yaşamın ihtiyaçlarına karşılık veren eylemler dengeyi sağlar ve yaşam amacımıza anlam verir.

Bu eylemler yaşamın en derin akıntısı ile uyumludur. Lao Tzu’nun eylemsizlik halini yaşama aktarmak zor bir iş gibi gözükebilir. Ancak, durup eski tecrübelerimize bakarsak, bu eylemlerin andaki ihtiyaçlardan kaynaklandığında, hiçbir düşünce veya kazanç beklentisi veya somut bir sonuç düşüncesi olmadan doğal eylemlerde bulunduğumuzu görebiliriz. Lao Tzu şöyle diyor; “iş yapılmıştır ve unutulmuştur. Dolayısıyla sonsuza kadar sürer”

Lao Tzu’nun tarihi kitabesi Tao’dan bahsederken 3 özellik farkediliyor; “hiçlik”, “şekilsizlik” ve “şartsızlık”. Hiçliği tanımlayan bir çok filozof boşluğu referans gösterir. Lao Tzu bu boşluğu anlatmak için çeşitli metaforlar kullanıyor. Boşluk bir vadiye bardağa veya bir gemiye benzetilebiliyor çünkü boş olanın içine alma potansiyeli mevcut. Boşluk sonsuz bir yaratma potansiyeline sahip. Dolayısıyla Lao Tzu’nun boşluk kavramı kuantum fiziği ile karşılaştırılabilir. Bu boşluk, ancak “hiçlik” değil çünkü bu boşluk herşeyi mümkün kılan bir boşluk. Sonsuz yaratma potansiyeline sahip olan kuantum alanı Doğu’nun mistik boşluk kavramı ile karşılaştırılabilir.

Buradan yola çıkarak gerek terapistin alanda veya bireysel terapi alanında bu zaman zaman ister merkez diyelim ister boşluk burada durması veya boşluğa çekilmesi oradan hiçbir gayret ve çabanın doğuramayacağı çözümün karşısına çıkmasını sağlar. Bu zamansız ve mekansız boyut niyet eden herhangi bir kişi için de çözümün kendini gösterdiği yerdir. Bu bağlamda aslında “bırakmak” anlamına gelen bir çok tanımlama mevcut. Mesela “tevekkül” , “razı olma”, “Kabul etme” “olanı olduğu gibi alma”gibi.

Hangi tanımlama kullanılırsa kullanılsın, Niyeti boğan kontrol ve takip eylemlerinin enerjisinin düşürülmesi, toprağın altına gömülü çözümlerin toprağın üstüne çıkmasını mümkün kılıyor.

Niyet edilip bırakıldıktan sonra var olana daha geniş bir açıdan bakmak kör noktaları kaçırmamayı sağlar. Görülmeyenin görüldüğü kalıp, eylemsizlik ve bu orta boşluktaki duruştur. Kontrol mekanizmasının çalıştığı niyetlenmede görülemeyen kör noktalar bu alanda gözden kaçmaz. Duyguların uçta olmadığı, nötr bir konumdan hareket edildiğinde kişinin önü açılır, bir fırsatlar ufkunun varlığını farkeder. Ya da bu fırsatlar ufku kendini gösterir. Hellinger kendisiyle yapılan bir röportajda niyetsizlikten bahsederken şöyle diyor; “Fenomenoloji felsefi bir metottur. Bana göre kişinin anlama ihtiyacı duymaksızın kendini daha büyük bağlam ve bağlantılara açması demektir. Ben bu bağlam ve bağlantıları yardım etme veya kanıtlama niyeti olmadan Kabul ediyorum, herşeyi olduğu gibi alıyorum. Bu tavırla fenomenin gözlemlenmesi, görülmesi gerekenin aydınlanmasını sağlar. Bu fenomolojik bir yaklaşımdır.”

Bu boşluk merkezine çekilen kişi niyetsizdir. Korkusuzdur. O hiçbir hareket yapmazken herşey kendi düzenine girer. Boşluk merkezi kapalı değil bağlıdır. Ne olacağına dair endişe besleyen herkes bu olumsuz duygudan uzaklaşır. Orada hiçbir niyet yoktur, iyileşme niyeti bile. Bu şekilde kalındığında çözümün imajları gelir göz önüne. Hareketsiz ve sessiz kalındığında herşey kendi kendine sonuca varır. Oradaki amaçsızlık , hastalıkla, kaderle uyumludur. Herşeyi olduğu gibi alır ve kabul eder. Kişi kendi kaderiyle başa çıkma konusunda herkezden daha güçlüdür. Etkili olan müdahelesizce orada olmaktır.

Aile dizimlerinde bırakma sürecinin ne kadar belirgin olduğunu , dizimi yapılan kişiyi ve aile üyelerini temsil eden katılımcıların alandaki hareket ve duygularında görebiliriz. Kişiyi ve aileyi hiç tanımayan bu insanlar kendilerini alana bıraktıklarında temsil ettikleri kişilerin duygularını üstlenirler, zihinin hiç ulaşamayacağı bir yere ulaşırlar. Bu fenomenolojik duruşun uygulanışıdır. Orada hem terapist, hem temsilciler var olan gerçek ile savaşmazlar. Niyetsiz ve korkusuzca , olan görülür kabul edilir.

0 Yorum

Contact form submitted!
We will be in touch soon.
Our Location

İletişim

Herhangi Bir Alan Bulunamadı.

2015 Copyright © Hamdiye Baran. Tüm Hakları Saklıdır